Hayvanlar ve Hukuk

Stok Kodu:
9786050514735
Boyut:
16x24
Sayfa Sayısı:
728
Basım Yeri:
Ankara
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2023 Şubat
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
I.Hamur
Dili:
Türkçe
1.000,00TL
KARGO BEDAVA
9786050514735
371966
Hayvanlar ve Hukuk
Hayvanlar ve Hukuk
1000.00

Yeryüzünü kaplayan toprak ve su, toprak ve suda yeşeren bitki ör-tüsü ve burada hayat bulan tüm canlılar, bir yeryüzü orkestrasının enstrümanları gibidir aslında. Doğru, dengeli ve uyumlu bir şekilde çalan bu enstrümanlar, eşsiz bir armoniye sahiptir; bu da onu dinlemeye do-yum olmayan bir müzik şölenine dönüştürür. Ne var ki, enstrümanlar-dan herhangi birinin yokluğu, detonasyonu yahut ritmin dışına çıkması bu müzik şölenini yok eder ve geriye sadece eksik, ruhsuz ve uyumsuz bir ses yığını kalır. Toprak, su, bitki örtüsü ve hayvanlardan oluşan bu polifonik orkestraya sonradan katılan insanoğlu, akan zaman içerisinde maalesef kendisini tek güç sayarak cılız sesiyle bu harika senfoniyi susturmaya çalışmış; tek tek tüm enstrümanları yok ederek kendi monofonik egemenliğini kurmuştur. Hızla artan insan popülasyonu günbegün daha fazla barınacak alana, içecek suya, tüketecek besine ihtiyaç duymuş ve bu ihtiyaçlarını gidermek için kendisini yeryüzündeki tüm doğal yaşam kaynaklarının öncelikli ve ayrıcalıklı sahibi olarak görmüş-tür. İnsanoğlunun daha çok barınacak alan için daha az bitki örtüsü, daha fazla fabrika için daha az temiz su tercihi, hayvanların da doğal yaşam alanlarının azalmasına ve hatta bazı türlerin neslinin tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Kendi neslini daha uzun ve daha kaliteli kılmak isteyen ve hatta sadece daha güzel görünmek isteyen insanoğlu, geliştirdiği ilaç ve kozmetik ürünlerini ilk olarak hayvanlar üzerinde uygulamış; birbirlerini öldürmek için ürettiği silahları dahi çoğu zaman ilk olarak hayvanları öldürerek denemiştir. Nihayet ve kaçınılmaz olarak armoni bozulmuştur… 

Bozulan armoni, toplumların en azından bazı kesimlerini hayvanlar ve hukuk üzerinde düşünmeye sevk etmiş ve özellikle son yüzyılda hayvanların bir kişiliğe sahip olup olamayacağı, haklarının bulunup bulunamayacağı gibi tartışmaları da alevlendirmiştir. Bu tartışmalar ekseninde, kimilerince, hayvanların hissedebilen canlılar olarak bir yaşam öznesi olduğu ve haklarının bulunduğu savunulmuş, insanoğlunun mülkü olarak kabul edildiği müddetçe bu hakların hayvanlara teslim edilemeyeceği ileri sürülmüştür. Kimilerince ise hayvanların bir hakkın öznesi olabileceği anlayışı reddedilmiş; buna karşılık, insanların hayvanların kullanım ve yaşam koşullarını düzeltmesi gerektiği ifade edilmiştir. Tüm bu mülahazalara uluslararası hukuk ve ulusal hukuk sistemleri de duyarsız kalamamıştır. 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’te UNESCO merkezinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde bütün hayvanların biyolojik denge kavramı içerisinde var olmak bakımından eşit haklara sahip olduğu, hayvanlara kötü muamele edilemeyeceği ve zalimce mu-amelede bulunulamayacağı, bir hayvanın öldürülmesi gerekse bile bunun bir anda, acı vermeden ve korku yaratmadan yapılması gerektiği, vahşi hayvanların da yaşama ve kendi çevrelerinde özgürce üreme hakkına sahip oldukları, bir insan desteğine ihtiyaç duyan her hayvanın uygun beslenme ve bakım görme hakkının bulunduğu, hayvanlar üze-rinde yapılan fiziksel ya da psikolojik acı çekmeye sebep olan deneylerin hayvan hakkı ihlali sayılacağı, gereği olmayacak şekilde bir hayvanın öldürülmesini içeren her kanun ya da buna yol açan her kararın yaşama karşı işlenmiş suç kapsamında sayılacağı, vahşi bir hayvan soyunun hayatta kalma onurunu hiçe sayan her kanunun ve böylesi bir duruma sebep olan her hareketin soykırıma eş değer olduğu ve soya karşı işlenmiş suç sayılacağı gibi temel ilkelere yer verilmiş ve hayvanların kendilerine özgü hukuki statülerinin ve haklarının hukuk tarafın-dan tanınmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda pek çok ülke, hayvanların korunmasına ve temel bazı haklarına ulusal mevzuatlarında yaptıkları düzenlemelerle yer vermiştir. Almanya, İsviçre ve Avusturya gibi bazı ülkeler, Medeni Kanun’larına ekledikleri düzenle-meler ile hayvanların eşya sayılmayacağını açıkça belirtmişler ve hatta hayvanların korunmasını Anayasal zemine de taşımışlardır. Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni imzalayan Türkiye de ilk defa 24.06.2004 tarih ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile hayvanların korunmasını kanuni bir temele oturtmuştur. Söz konusu Kanun’un hayvanların korunması bakımından yetersiz hükümler ihtiva ettiğine dair yıllar içerisinde yükselen seslere kayıtsız kalamayan kanun koyucu, yakın bir zaman önce, 09.07.2021 tarih ve 7332 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Hayvanları Koruma Kanunu’nda kapsamlı değişiklikler yapmış; bu minvalde örneğin daha önceden idari yaptırıma tâbi olan bazı eylemler suç olarak ihdas edilmiş, sahipsiz hayvan popülasyonunun kontrolsüz şekilde artmasını engellemek için kedi ve köpek sahiplerine hayvanlarını dijital kimliklendirme yöntemi ile kayıt altına aldırma, belediyelere ise bakım evi kurma gibi zorunluluklar getirilmiştir. Ne var ki, bu Kanun değişiklikleri de pek çok yönden eleştirilere maruz kalmış ve hayvan hakları ile hayvanların korunması konusunda yeterli güvenceyi sağlayamamıştır. 

Tüm bu kanuni düzenleme ve değişikliklere rağmen hayvan ile hukuk arasındaki ilişki güncelliğini sürdürmeye devam etmektedir. Biz de, yaklaşık yedi yıllık bir düşüncenin ve aktif olarak bir yıllık çalışmanın ürünü olan bu kitapta, hayvanlar ve hukuk arasındaki ilişkiyi disiplinler arası bir bakış açısıyla ve farklı yönlerden ele almak istedik. Bu kapsamda kitapta, hayvan hakları ve hayvanların korunmasına dair mesele ve tartışmaları Anayasa Hukuku, Ceza Hukuku, Borçlar Hukuku, İdare Hukuku, Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku, Vergi Hukuku ile Medeni Hukuk ve Uluslararası Hukuk gibi farklı hukuk dallarının perspektiflerinden inceleyen yazılara yer verdik.

Yeryüzünü kaplayan toprak ve su, toprak ve suda yeşeren bitki ör-tüsü ve burada hayat bulan tüm canlılar, bir yeryüzü orkestrasının enstrümanları gibidir aslında. Doğru, dengeli ve uyumlu bir şekilde çalan bu enstrümanlar, eşsiz bir armoniye sahiptir; bu da onu dinlemeye do-yum olmayan bir müzik şölenine dönüştürür. Ne var ki, enstrümanlar-dan herhangi birinin yokluğu, detonasyonu yahut ritmin dışına çıkması bu müzik şölenini yok eder ve geriye sadece eksik, ruhsuz ve uyumsuz bir ses yığını kalır. Toprak, su, bitki örtüsü ve hayvanlardan oluşan bu polifonik orkestraya sonradan katılan insanoğlu, akan zaman içerisinde maalesef kendisini tek güç sayarak cılız sesiyle bu harika senfoniyi susturmaya çalışmış; tek tek tüm enstrümanları yok ederek kendi monofonik egemenliğini kurmuştur. Hızla artan insan popülasyonu günbegün daha fazla barınacak alana, içecek suya, tüketecek besine ihtiyaç duymuş ve bu ihtiyaçlarını gidermek için kendisini yeryüzündeki tüm doğal yaşam kaynaklarının öncelikli ve ayrıcalıklı sahibi olarak görmüş-tür. İnsanoğlunun daha çok barınacak alan için daha az bitki örtüsü, daha fazla fabrika için daha az temiz su tercihi, hayvanların da doğal yaşam alanlarının azalmasına ve hatta bazı türlerin neslinin tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Kendi neslini daha uzun ve daha kaliteli kılmak isteyen ve hatta sadece daha güzel görünmek isteyen insanoğlu, geliştirdiği ilaç ve kozmetik ürünlerini ilk olarak hayvanlar üzerinde uygulamış; birbirlerini öldürmek için ürettiği silahları dahi çoğu zaman ilk olarak hayvanları öldürerek denemiştir. Nihayet ve kaçınılmaz olarak armoni bozulmuştur… 

Bozulan armoni, toplumların en azından bazı kesimlerini hayvanlar ve hukuk üzerinde düşünmeye sevk etmiş ve özellikle son yüzyılda hayvanların bir kişiliğe sahip olup olamayacağı, haklarının bulunup bulunamayacağı gibi tartışmaları da alevlendirmiştir. Bu tartışmalar ekseninde, kimilerince, hayvanların hissedebilen canlılar olarak bir yaşam öznesi olduğu ve haklarının bulunduğu savunulmuş, insanoğlunun mülkü olarak kabul edildiği müddetçe bu hakların hayvanlara teslim edilemeyeceği ileri sürülmüştür. Kimilerince ise hayvanların bir hakkın öznesi olabileceği anlayışı reddedilmiş; buna karşılık, insanların hayvanların kullanım ve yaşam koşullarını düzeltmesi gerektiği ifade edilmiştir. Tüm bu mülahazalara uluslararası hukuk ve ulusal hukuk sistemleri de duyarsız kalamamıştır. 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’te UNESCO merkezinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde bütün hayvanların biyolojik denge kavramı içerisinde var olmak bakımından eşit haklara sahip olduğu, hayvanlara kötü muamele edilemeyeceği ve zalimce mu-amelede bulunulamayacağı, bir hayvanın öldürülmesi gerekse bile bunun bir anda, acı vermeden ve korku yaratmadan yapılması gerektiği, vahşi hayvanların da yaşama ve kendi çevrelerinde özgürce üreme hakkına sahip oldukları, bir insan desteğine ihtiyaç duyan her hayvanın uygun beslenme ve bakım görme hakkının bulunduğu, hayvanlar üze-rinde yapılan fiziksel ya da psikolojik acı çekmeye sebep olan deneylerin hayvan hakkı ihlali sayılacağı, gereği olmayacak şekilde bir hayvanın öldürülmesini içeren her kanun ya da buna yol açan her kararın yaşama karşı işlenmiş suç kapsamında sayılacağı, vahşi bir hayvan soyunun hayatta kalma onurunu hiçe sayan her kanunun ve böylesi bir duruma sebep olan her hareketin soykırıma eş değer olduğu ve soya karşı işlenmiş suç sayılacağı gibi temel ilkelere yer verilmiş ve hayvanların kendilerine özgü hukuki statülerinin ve haklarının hukuk tarafın-dan tanınmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda pek çok ülke, hayvanların korunmasına ve temel bazı haklarına ulusal mevzuatlarında yaptıkları düzenlemelerle yer vermiştir. Almanya, İsviçre ve Avusturya gibi bazı ülkeler, Medeni Kanun’larına ekledikleri düzenle-meler ile hayvanların eşya sayılmayacağını açıkça belirtmişler ve hatta hayvanların korunmasını Anayasal zemine de taşımışlardır. Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni imzalayan Türkiye de ilk defa 24.06.2004 tarih ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile hayvanların korunmasını kanuni bir temele oturtmuştur. Söz konusu Kanun’un hayvanların korunması bakımından yetersiz hükümler ihtiva ettiğine dair yıllar içerisinde yükselen seslere kayıtsız kalamayan kanun koyucu, yakın bir zaman önce, 09.07.2021 tarih ve 7332 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Hayvanları Koruma Kanunu’nda kapsamlı değişiklikler yapmış; bu minvalde örneğin daha önceden idari yaptırıma tâbi olan bazı eylemler suç olarak ihdas edilmiş, sahipsiz hayvan popülasyonunun kontrolsüz şekilde artmasını engellemek için kedi ve köpek sahiplerine hayvanlarını dijital kimliklendirme yöntemi ile kayıt altına aldırma, belediyelere ise bakım evi kurma gibi zorunluluklar getirilmiştir. Ne var ki, bu Kanun değişiklikleri de pek çok yönden eleştirilere maruz kalmış ve hayvan hakları ile hayvanların korunması konusunda yeterli güvenceyi sağlayamamıştır. 

Tüm bu kanuni düzenleme ve değişikliklere rağmen hayvan ile hukuk arasındaki ilişki güncelliğini sürdürmeye devam etmektedir. Biz de, yaklaşık yedi yıllık bir düşüncenin ve aktif olarak bir yıllık çalışmanın ürünü olan bu kitapta, hayvanlar ve hukuk arasındaki ilişkiyi disiplinler arası bir bakış açısıyla ve farklı yönlerden ele almak istedik. Bu kapsamda kitapta, hayvan hakları ve hayvanların korunmasına dair mesele ve tartışmaları Anayasa Hukuku, Ceza Hukuku, Borçlar Hukuku, İdare Hukuku, Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku, Vergi Hukuku ile Medeni Hukuk ve Uluslararası Hukuk gibi farklı hukuk dallarının perspektiflerinden inceleyen yazılara yer verdik.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat